Yazar - Uzm.Dr. Mehmet Emin ERDEM

ÇÖREK OTU (NIGELLA SATIVA) FAYDALARI NELERDİR ?

ÇÖREK OTU( NIGELLA SATIVA) FAYDALARI NELERDİR? ÇÖREK OTU YAĞI NE İŞE YARAR?
Özellikle Türk mutfağında da sık kullanılan çörek otu ve yağının vücuttaki pek çok sisteme önemli yararları var. İşte çörek otu yağının faydalarının bazıları ;
• Bağışıklık sistemini güçlendirir(immünomodülatör etki)
• Astım hastalarına iyi geldiği görülür (Anti astma etki)
• Kan şekerini düşürür (Hipoglisemik etki)
• Kuru öksürük ve bronşite iyi gelir
• İltihap kurutucudur (Antiinflamatuvar etki)
• Gastrit ve ülser rahatsızlığına yararlıdır (Antiasid,antiulser,gastroprotektif etki)
• Mide hastalıklarını önler
• Halsizliği ve yorgunluğu alır (Tonik etki)
• Kanser hücrelerinin gelişip vücuda yayılmasını engeller, karaciğer, meme, prostat kanserini yavaşlatır (Kemoterapiye yardımcı etki)
• Yaraları iyileştirir(Skatrizan, epitelizan etki)
• Kabızlığı giderir
• Doğum yapan annelerde sütü çoğaltır
• Dolaşım sistemine faydalıdır
• Mevsimsel alerjik rinit atak ve semptom şiddetini azaltır

ÇÖREK OTU YAĞI NASIL KULLANILMALI?
Birçok hastalığa iyi gelen çörek otu yağı sabah, öğle ve akşam yemeklerinden önce dilerseniz yoğurdunuza katabilir veya su ile içebilirsiniz. Hem sindirime iyi gelen hem de vücudu dengede tutan çörek otunun yemeklerden önce alınmasının sebebi, iştahınız kapatır ve doyma hissi vererek yiyeceklere olan ilginiz azalabilir. Salatalara, yemeklere veya yoğurda katarak çörek otu yağını kullanabilirsiniz. Kullanıma başlamadan önce her zaman vurguladığım gibi, öncelikle doktor veya eczacınıza danışın. İlaç etkileşime neden olabilir. Hamileler ve 4 yaşından küçüklere kullanımı önerilmez

ÇÖREK OTU NASIL TÜKETİLİR?
Soğuk pres şeklinde üretilen, koruyucu ve katkı maddesi olmayan ve karışım yağ içermeyen çörek otu yağı tercih edilmelidir. Açıldıktan sonra buzdolabında saklanmalıdır. Çörek otunun kaliteli olmasından emin olun.

Devamını Oku...
akut-pankreatit

AKUT PANKREATİT

AKUT PANKREATİT

Akut pankreatit aniden oluşan bir pankreas iltihabıdır. Bu, pankreas hücrelerinin hasar görmesine ve bu da geçici olarak bir işlev bozukluğuna neden olur. İk farklı akut pankreatit tipi vardır:

  • Akut ödematöz pankreatit
  • Akut nekrotize edici pankreatit

1-Akut Ödematöz Pankreatit

Bu pankreas iltihabının hafif şeklini teşkil eder. Hastaların yaklaşık %80’i bu klinik görüntüye sahiptir. Burada pankreasın geçici bir hasarı söz konusu olur ve diğer organlar bundan çoğunlukla zarar görmezler.

2-Akut Nekroz Edici Pankreatit

Pankreasın bu en ağır iltihabı hastaların yakl. %20’inde görülür. Burada pankreas dokusunun aniden, geniş kapsamlı bir hasarı söz konusu olur. Böylece akut, hayati bir tehlikeye yol açabilir.

Yoğun bakımda bazen haftalarca veya aylarca tedavi gerekli olabilir. Doku tahribatının kapsamına bağlı olarak pankreasın kalıcı işlev bozukluğu söz konusu olabilir.

Akut Pankreas nelere yol açabilir ?

Sindirim enzimlerinin eksik üretimine dayalı sindirim bozuklukları ile insülinin az üretimine dayalı olarak gelişen Diabetes mellitus (şeker hastalığı) gibi, pankreasın psödokist oluşumu veya pankreas apseleri gibi farklı farklı sorunlar da ortaya çıkabilir.

Akut pankreatit nedenleri ?

Safra taşları ve aşırı alkol tüketimi akut pankreas iltihaplarının %90’ınından sorumludur.

Diğer nedenler enfeksiyon hastalıkları, çeşitli ilaçlar, pankreas yollarında yanlış oluşumlar ve genetik bozukluklar olabilir. 

Akut pankreatit belirtileri nelerdir?

  • Ani başlangıç
  • Sıklıkla kuşak tarzında sırta yansıyan yoğun, künt üst karın ağrıları
  • Bulantı kusma

Tedavi Yöntemleri

Akut pankreatitin terapisinin en önemli temel unsurları ağrı tedavisi ve sıvı dengelenmesidir. Öncelikle sıvı ve elektrolit dengesi düzenlenmelidir.

Ağır akut pankreatitte bir ameliyat hastaların %20 ila %25’inde gerekli olur.

Akut pankreatitin oluşmasına bir safra yolu taşının sebep olması halinde mümkün mertebe erken safhada endoskopik retrograd kolanjiyopankeatografi (ERCP) vasıtasıyla bunun giderilmesine çalışılır. Ayrıca alkol tüketimi de azaltılmalıdır.

Hastalara az yağlı gıdalar yemeleri, kızartma ve yumurtalı gıdalardan uzak durmaları önerilir. Kliniğimizde mevcut klasik tedavi protokollerine major ozon veya rectal ozon tedavisini de ekleyerek iyi sonuçlar alıyoruz. Safra taşı olgularında da safra kesesinin ve safranın bağırsaklar için önemini bilerek öncelikle beslenme,ilaç tedavisi, fitoterapi ve vısseral manuel terapi uygulamaları ile safra kesesine bir şans daha veriyor, şayet semptomlar devam ederse cerrahi öneriyoruz.

Devamını Oku...

İNFERTİLİTE (KISIRLIK) TEDAVİSİNDE OZON TERAPİ DESTEĞİ!

İNFERTİLİTE (KISIRLIK) TEDAVİSİNDE OZON TERAPİ DESTEĞİ!

Ozon tedavisinin kandaki immünoglobulinlerin üretimini uyardığı, (IgG, IgA, IgM) makroorganizmanın mikroplara direncini artırdığı, kanın reolojik özelliklerini ve hücreleri oksijen taşıma mekanizmasını geliştirdiği ve ayrıca virüsün tüm temaslarını bozduğu yaygın olarak bilinmektedir. Ozonun bu özellikleri, antibiyotiklerinkilere benzer, ancak ikincisinin aksine, ozonun terapötik dozlarda herhangi bir olumsuz etkisi yoktur ve mikropların ozona karşı direnci gelişmez. Bu, çeşitli jinekolojik hastalıkların tedavisinde ozonun kullanılmasını sağlıyor.

Ozon tedavisi genital enflamatuar hastalıkların ve dolayısıyla kısırlığın tedavisinde çok faydalı olabilmektedir. Bu sebeple çocuk sahibi olamayan çiftler isterlerse ozon tedavisi desteği alabilirler. Uygulama major otohemoterapi şeklinde olmaktadır. Birlikte Fitoterapi (Bitkilerle Tedavi) uygulanırsa çok daha iyi sonuçlar alınabilmektedir. 

Ozon çok güçlü dezenfektan, antimikrobiyal, immunmodulatör ve oksidatif özelliğe sahip olmasının yanı sıra serbest oksijen radikallerini nötralize ederek, antioksidan enzim sistemini aktive ederek 'antioksidan etki' gösterir. Antioksidan enzim sisteminin düzgün çalışmasıyla hücresel yaşlanma ve DNA da oluşabilecek kırılmalar önlenir. Tüp bebek tedavilerinde uygun dozlarda uygulanan 10-15 seans majör ozon terapinin yumurta kalitesi, sperm sayısı ve hareketliliğinin artırdığını gösteren çalışmalar yapılmıştır.

Devamını Oku...

Sedef Hastalığı

Sedef Hastalığı (PSORIASİS)  NE YAPILABİLİR ?

Sedef hastalığı genellikle erken yetişkinlikte görülür. Çoğu vakada cildin sadece birkaç bölgesi etkilenir. Ancak daha ağır vakalarda, sedef hastalığı vücudun büyük bir bölümünü kaplayabilir. Kırmızı lekeler zaman içerisinde iyileşebilir ve bireyin hayatı boyunca tekrar geri gelebilir.

Sedef hastalığı, kepeklerle seyreden bir hastalıktır. Sedef hastalığı hem çocuklarda hem erişkinlerde görülebilmektedir. Çocuklarda sedef hastalığı, vücutta damlacık şeklinde görülürken, yetişkinlerde ise kepek ve pullu plak şeklinde ve stabil olarak seyredebiliyor.

Sedef Hastalığı Bulaşıcı mıdır?

Sedef hastalığı kronik bir hastalıktır mikrobik bir enfeksiyon olmadığı için kişiden kişiye de bulaşıcı değildir. Ancak elde veya yüzde sedef görülmesi kişinin sosyal izolasyona neden olabiliyor.

Sedef Hastalığı Kimlerde Görülür?

Sedef hastalığı genellikle genetik aktarıma bağlı olarak gelişmektedir. Genetik yatkınlığı olan kişilerde bazı faktörler de sedefi ortaya çıkarabilir. Sedef hastalığı strese bağlı olarak da gelişebilmektedir. 

Nedenleri

Sedef Hastalığı Neden Olur?

Hastalığın oluşumunda temel etken disbiosis ve ona bağlı olarak gelişen geçirgen-sızdıran bağırsak sendromudur.

Geçirgen bağırsak ortamında, vücuda giren pek çok toksik madde deride toplanır ve iltihabi inflamatuvar süreç başlar.

Bağışıklık sistemindeki bir hata ciltte gereksiz yere iltihaplanmaya, bu da yeni cilt hücrelerinin hızlı bir şekilde çoğalmasına neden olmaktadır.

Normalde cilt hücreleri her 10 ila 30 günde bir değiştirilir. Sedef hastalığında ise yeni hücreler her 3-4 günde bir büyür. Bu kadar sık bir şekilde yenileri ile değiştirilen eski hücreler birikerek, ciltte görülen gümüş pulları ortaya çıkarır.

Sedef hastalığının bir takım ortak tetikleyicileri mevcuttur. Sedef hastalığının canlanmasını tetikleyebilecek bu koşullar arasında ciltte meydana gelen kesikler, sıyrıklar veya cerrahi müdahaleler, duygusal stres, strep enfeksiyonları, bipolar bozukluk için kullanılan lityum, sıtma ilaçları, beta-bloker gibi tansiyon ilaçları, hidroksiklorokin veya antimalaryal ilaçları, özellikle genç erkeklerde aşırı alkol kullanımı ve sigara içilmesi olabilir.

Sıcak, güneşli ve nemli ortamlarda bulunmak hastalığın ortaya çıkması ihtimalini azaltabilir.

Sedef hastalığı olan bazı bireylerde, en küçük bir çizik veya bir sivrisinek ısırığı bile yeni bir tetiklenmeye neden olabilir.

Biz kliniğimizde sedef hastalığı için dermatoloji uzmanlık alanı ile koordineli bir şekilde integratif (tamamlayıcı) tıp uygulamaları yapıyoruz. Bağırsak detoksu, ozon terapi, fitoterapi, aromaterapi, alkali kürler detoks uygulamaları ve cupping (hacamat) uygun seçilmiş olgularla klasik psoriasis tedavisine yardımcı olarak ilgili dal uzmanlarının koordinasyonu ile birlikte güvenle uygulanabilir.

Devamını Oku...

Gluten Hassasiyeti

Gluten hassasiyeti nedir, nasıl tanı konur?  Ekmek, makarna, pilav kimler için tehlikeli? (5 soruda gluten hassasiyeti)

Gluten hassasiyeti son yılların en fazla konuşulan beslenme konuları arasında yer alıyor. Bazı tıp insanları çok sayıda sağlık sorununun gelişmesinde glutenin rol oynadığını savunurken, çölyak hastalığı ya da buğday alerjisi olmayan kişilere gereksiz yere glutensiz diyet uygulandığını ve pahalı glutensiz takviye ürünlerle piyasa oluşturulduğunu savunanlar da var.

Gluten içeren gıdalar sofralara en çok ekmek, makarna, bulgur pilavı ve unlu mamuller olarak geliyor. Birçok insanın severek tükettiği bu ürünlerdeki bitkisel protein gluten ise özellikle çölyak hastaları ve buğday alerjisi olanlar için hayatı zorlaştıran önemli bir sorun.

Gluten konusunda tıp uzmanları arasında görüş birliği yok. Bazı doktorlar, daha sağlıklı bir yaşam için tahılların ve dolayısıyla glutenin beslenmeden tamamen çıkarılması gerektiğini belirtiyor. Harvard Üniversitesi’nin tam tahılları 10 süper besin içerisinde gösterdiğini, Akdeniz diyetinde ise tam tahıl olarak günde 10 hatta, 20 gram gluten tüketildiğini belirten İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Atilla Bektaş, glutensiz diyetin sadece çölyak hastalığı ve buğday alerjisi durumlarında zorunlu olduğunu, bunların dışında kalanlar için glutensiz diyetin önerilmediğini söylüyor.  

Çölyak dışı gluten hassasiyetinin ise çölyak hastalığı ve buğday alerjisi gibi ciddi klinik tablolara yol açmadığını belirten Doktor Atilla Bektaş, yol açtığı şikayetler nedeniyle zaman zaman huzursuz bağırsak sendromu (IBS) ile de karıştırılabilen gluten hassasiyeti ile ilgili sık sorulan 5 soruyu şöyle yanıtlıyor: 

1- Gluten hassasiyeti nedir, nasıl tanı konur?

Gluten, buğday, arpa ve çavdarda bulunan bitkisel bir proteindir. Gluten ile ilişkilendirilmiş başlıca hastalıklılar; Çölyak hastalığı (ÇH), Çölyak dışı gluten hassasiyeti (ÇDGH) ve buğday alerjisi (BA) olup toplumda görülme sıklıkları sırası ile %1, % 0,63 - 6 ve % 0,1-0,6 olarak değişmektedir

Çölyak dışı gluten hassasiyeti için çölyak hastalığı ve buğday alerjisinde olduğu gibi kesin tanı yöntemi yoktur. Gluten içermeyen bir diyet ile şikayetlerin en az %30 oranında azalması ve bunun ardından tekrar gluten içeren diyetin başlanması (6-8 gram/gün; ortalama 80 gram makarna ya da 4 ince dilim ekmek) ile şikayetlerin yeniden ortaya çıkmasıyla teşhis konur.

2- Gluten hassasiyeti hangi belirtilerle ortaya çıkar?

Çölyak dışı gluten hassasiyeti tipik mide-bağırsak şikayetleri; karın ağrısı, şişkinlik ve bağırsak alışkanlığının değişmesi (ishal/kabızlık) olarak ortaya çıkmaktadır. En sık bildirilen bağırsak dışı şikayetler ise çabuk yorulma, baş ağrısı, eklem ve kemik ağrısı ile duygu durum bozuklukları (depresyon, bipolar bozukluk), deri bulguları, zihin bulanıklığı ve dikkat eksikliğidir. Ancak ÇDGH, toplumun yaklaşık %10-20’sini etkileyen huzursuz bağırsak sendromu (IBS) ile karıştırılabilmektedir. Her ikisinde de benzer şikayetler ve bulgular görülmektedir. Bazı araştırmacılara göre çölyak dışı gluten hassasiyeti, huzursuz bağırsak sendromunun bir alt grubudur.

3- Gluten hassasiyeti nasıl tedavi edilir?

Çölyak dışı gluten hassasiyeti, çölyak hastalığı ve buğday alerjisi dışlandıktan sonra bir gastroenterolog tarafından konulmalıdır. Çölyak hastalığında şikayetler 100 mg /gün gluten tüketimi ile ortaya çıkarken; çölyak dışı gluten hassasiyetinde 6-8 gram/gün gluten tüketimi ile ortaya çıkar, bu da günde ortalama 80 gram makarna ya da 4 ince dilim ekmeğin tüketilmesi demektir.

Çölyak hastalığı ile buğday alerjisinde, gluten içeren gıdalar ömür boyu tamamen diyetten çıkarılır. ÇDGH’de ise altı ay süre ile gluten içeren ekmek, makarna, bulgur pilavı ve unlu mamuller gibi gıdalar beslenmede kısıtlanır. Bu sürenin sonunda kişiye yeniden glutenli gıdalar verilir, şikayetler tekrarlamıyorsa glutenli beslenme düzenine geçilir.

4- Gereksiz yere glutensiz diyet uygulamak sakıncalı mı?

Çölyak hastalığı ya da buğday alerjisi olmayan kişilerin gereksiz yere glutensiz diyet uygulaması, pahalı ve zor bir tercihtir, yanı sıra sağlıklı da değildir. Tahıl grubu besinleri içermeyen glutensiz diyetler lif, mineral ve vitamince zayıftır. Ayrıca tip 2 diyabet, kalp krizi ve obezite riskini artırabilir. Yani sağlıklı insanlarda gluten içeren gıdaların, özellikle de tam tahılların tüketilmesi sağlıklıdır, yeter ki işlenmiş/rafine gıda olmasın, tam tahıl olsun.

 5- Gluten hassasiyetinden korunmak için nelere dikkat etmek gerekir?

Gluten hassasiyetinden korunmak, gluten içeren besinleri kısıtlamakla olur. Ancak sağlıklı kişilerin glutenden korunması değil bilakis gluten içeren gıdaları tüketmesi gerekir. Harvard Üniversitesi tam tahılları 10 süper besin içerisinde göstermiştir. Dünyanın en sağlıklı diyeti olan Akdeniz diyetinde tam tahıl olarak günde 10 hatta, 20 gram gluten tüketilir. Dünya Sağlık Örgütü obezite ile savaşta tam tahılı, sert kabuklu yemişleri, meyve ve sebze ile beslenmeyi önermektedir.

Son yıllarda, Atkins diyeti ve taş devri diyeti gibi kısıtlayıcı diyetlerle  beslenmenin zararları ortaya kondu. Bu diyetler gibi birçok değişik moda diyetler geldi geçti. Çölyak hastası sayısına göre orantısız olarak büyüyen glutensiz diyetin (GFD) ömrü, diğerlerine kıyasla çok uzun süreli olmuştur. Kar marjı yüksek glutensiz diyet pazarı bugün yıllık 15 milyar doları aşmıştır. Bu konuda ne yazık ki bilimsel verilere dayanmayan, ısmarlama yazılmış olan bazı bestseller kitaplar da etkili olmuştur. Bağırsak problemleri olan kişilerde genel olarak tahıllara yönelik bir ön yargı olduğu biliniyor. Oysa gluten içeren tahıl grubu gıdalar dışındaki farklı gıdaların tüketilmesi sonucunda da benzer bazı şikayetlere neden olabilecek çeşitli “gıda reaksiyonları’’ oluşabilmektedir. Örneğin; süt, yumurta, baklagiller, çilek ya da domates gibi bazı meyve ve sebzelerin tüketilmesiyle çeşitli sıklıklarda gıda intoleransı/duyarlılığı ya da alerjisi görülmektedir. Glutensiz diyete alternatif olarak karabuğday için de çeşitli bireysel duyarlılıklar tanımlanmıştır.

Devamını Oku...

Sık Karşılaşılan Yeme Bozuklukları

Yeme bozukluklarında temel sorun az veya çok yeme değil; kilo ve görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılama ve abartılı uğraştır. Bilişsel, duygusal, davranışsal etkenler de bireyin kendi vücuduyla ilgili yargısını etkiler. Temel olarak iki tür yeme bozuk luğu vardır. Bunlar, Anoreksiya Nervoza ve Bulimia Nervoza olarak isimlendirilir. 

Anoreksiya Nervoza:

Anoreksikler mükemmeliyetçidirler ve yaşam standartlarını yüksek tutmaya çalışırlar. 

1) Şişmanlamaktan aşırı korku (aşırı korktuğu için bu yeme ataklarından sonra kendini kusturma, laksatif ve diüretik kullanma, yoğun egzersiz ve spor yapma gibi yöntemler de denerler),

2) Beden algılamasında bozukluk (oldukları durumlarda dahi kilolu olduklarında ısrar edebilirler veya bazı vücut bölgelerinin görünümleri ile ilgili şikayetleri olabilir)

3) Yaş ve boy uzunluğu için olağan sayılan bir vücut ağırlığına sahip olmayı kabul etmeme (kişinin kilosu, yaşı ve boyuna göre normal sayılan ağırlığın % 85’inin de altındadır),

4) Amenore (adet kesilmesi) karakterli bir yeme bozukluğu olarak tanımlanmıştır.

Bulimia Nervoza’da ise

1) Yeme periyodunda yeme işlemi üzerinde kontrolü kaybetmek

2) Tekrarlayıcı aşırı yeme atakları

3) Vücut şekli, görüntü ve kilosundan memnun olmama hali

4) Aşırı yemeye ek olarak, kilo almayı engellemek için uygunsuz aşırı bir reaksiyonlar geliştirmek (Kendini kusturma, laksatif kullanma, aşırı egzersiz yapma vb.)

5) Aşırı yeme ve dengeleyici karşı eylemlerin üç ay boyunca haftada en az iki kez olması.

Sık Karşılaşılan Yeme Bozuklukları

Yeme bozukluklarında temel sorun az veya çok yeme değil; kilo ve görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılama ve abartılı uğraştır. Bilişsel, duygusal, davranışsal etkenler de bireyin kendi vücuduyla ilgili yargısını etkiler. Temel olarak iki tür yeme bozuk luğu vardır. Bunlar, Anoreksiya Nervoza ve Bulimia Nervoza olarak isimlendirilir. 

Anoreksiya Nervoza:

Anoreksikler mükemmeliyetçidirler ve yaşam standartlarını yüksek tutmaya çalışırlar. 

1) Şişmanlamaktan aşırı korku (aşırı korktuğu için bu yeme ataklarından sonra kendini kusturma, laksatif ve diüretik kullanma, yoğun egzersiz ve spor yapma gibi yöntemler de denerler),

2) Beden algılamasında bozukluk (oldukları durumlarda dahi kilolu olduklarında ısrar edebilirler veya bazı vücut bölgelerinin görünümleri ile ilgili şikayetleri olabilir)

3) Yaş ve boy uzunluğu için olağan sayılan bir vücut ağırlığına sahip olmayı kabul etmeme (kişinin kilosu, yaşı ve boyuna göre normal sayılan ağırlığın % 85’inin de altındadır),

4) Amenore (adet kesilmesi) karakterli bir yeme bozukluğu olarak tanımlanmıştır.

Bulimia Nervoza’da ise

1) Yeme periyodunda yeme işlemi üzerinde kontrolü kaybetmek

2) Tekrarlayıcı aşırı yeme atakları

3) Vücut şekli, görüntü ve kilosundan memnun olmama hali

4) Aşırı yemeye ek olarak, kilo almayı engellemek için uygunsuz aşırı bir reaksiyonlar geliştirmek (Kendini kusturma, laksatif kullanma, aşırı egzersiz yapma vb.)

5) Aşırı yeme ve dengeleyici karşı eylemlerin üç ay boyunca haftada en az iki kez olması.

Yeme bozukluklarında temel sorun az veya çok yeme değil; kilo ve görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılama ve abartılı uğraştır. Bilişsel, duygusal, davranışsal etkenler de bireyin kendi vücuduyla ilgili yargısını etkiler. Temel olarak iki tür yeme bozuk luğu vardır. Bunlar, Anoreksiya Nervoza ve Bulimia Nervoza olarak isimlendirilir. 

Anoreksiya Nervoza:

Anoreksikler mükemmeliyetçidirler ve yaşam standartlarını yüksek tutmaya çalışırlar. 

1) Şişmanlamaktan aşırı korku (aşırı korktuğu için bu yeme ataklarından sonra kendini kusturma, laksatif ve diüretik kullanma, yoğun egzersiz ve spor yapma gibi yöntemler de denerler),

2) Beden algılamasında bozukluk (oldukları durumlarda dahi kilolu olduklarında ısrar edebilirler veya bazı vücut bölgelerinin görünümleri ile ilgili şikayetleri olabilir)

3) Yaş ve boy uzunluğu için olağan sayılan bir vücut ağırlığına sahip olmayı kabul etmeme (kişinin kilosu, yaşı ve boyuna göre normal sayılan ağırlığın % 85’inin de altındadır),

4) Amenore (adet kesilmesi) karakterli bir yeme bozukluğu olarak tanımlanmıştır.

Bulimia Nervoza’da ise

1) Yeme periyodunda yeme işlemi üzerinde kontrolü kaybetmek

2) Tekrarlayıcı aşırı yeme atakları

3) Vücut şekli, görüntü ve kilosundan memnun olmama hali

4) Aşırı yemeye ek olarak, kilo almayı engellemek için uygunsuz aşırı bir reaksiyonlar geliştirmek (Kendini kusturma, laksatif kullanma, aşırı egzersiz yapma vb.)

5) Aşırı yeme ve dengeleyici karşı eylemlerin üç ay boyunca haftada en az iki kez olması.

Devamını Oku...

Karaciğer Yağlanması

Karaciğer Yağlanması Nedir?

Diğer bir adıyla hepatik steatoz olan karaciğer yağlanması, karaciğer hücrelerinde çok fazla yağ depolanması ve birikmesi durumudur. Normal şartlar altında karaciğerde az miktarda yağ bulunur, ancak fazlası çeşitli sağlık sorunlarına yol açar. Başka bir tanımla da hepatosit denilen karaciğer hücrelerinin %5’inden fazlasında trigliserid depolamasına da karaciğer yağlanması denir.

Karaciğerde çok fazla yağ bulunması, karaciğere zarar verebilecek ve yara dokusu oluşturabilecek şekilde karaciğer iltihabına neden olabilir. 

Karaciğer yağlanması, sebebine göre iki genel türe ayrılır. Çok fazla alkol tüketen bir kişide karaciğer yağlanması geliştiğinde, alkole bağlı karaciğer yağlanması hastalığı (AFLD) olarak bilinir. Alkol kullanmayan ya da çok az alkol kullanan bireylerde gelişen karaciğer yağlanması ise alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması (NAFLD) olarak bilinir. 

Daha ağır karaciğer yağlanması geçiren bazı bireylerde, karaciğer iltihabı nedeniyle ileri derecede yara dokusu oluşabilir, yani karaciğer skarlaşması gerçekleşebilir.

Karaciğer skarlaşması, aynı zamanda karaciğer fibrozu olarak isimlendirilir. Şiddetli karaciğer fibrozu gelişirse bu da siroz gibi hayati tehdit oluşturan hastalıklara yol açabilmektedir. Siroz sonucunda karaciğer yetmezliğine kadar ilerleyen olumsuz bir durum oluşur. 

Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanmasından muzdarip kişilerde de agresif bir karaciğer yağlanması hastalığı türü olan alkolsüz steatohepatit (NASH) geliştirebilir. Bu türde karaciğer dokusu üzerinde görülen hasar, ağır alkol kullanımından kaynaklanan hasara benzerlik gösterir ve yine karaciğer yetmezliğine neden olabilir.

Nedenleri

Karaciğer Yağlanması Neden Olur?

Karaciğer yağlanması, vücut çok fazla yağ ürettiğinde veya ürettiği yağı yeterince etkili bir şekilde metabolize etmediğinde gelişir. Fazla yağ karaciğer hücrelerinde depolanır ve burada biriken yağ karaciğer hastalığına neden olur.

Bu yağ birikimi çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir. Örneğin çok fazla alkol almak bu sebepler arasında en yaygın olanıdır ve alkole bağlı karaciğer hastalığının ilk aşamasıdır.

Alkol almayan veya çok az alkol alan bireylerde karaciğer yağlanması hastalığının nedeni genellikle daha az görülür. Bu durumda obezite, kandaki yüksek kan şekeri, insülin direnci ve özellikle trigliseritler olmak üzere yüksek yağ ve kolesterol seviyelerinin rol oynadığı düşünülmektedir.

Bununla birlikte daha az görülmesine karşın karaciğer yağlanmasının nedenleri arasında gebelik, hızlı kilo kaybı, Hepatit C, yani Sarılık gibi bazı enfeksiyon türleri, çeşitli ilaçların yan etkileri, belirli toksinlere maruz kalınması ve genetik faktörler sayılabilir.

Belirtiler

Karaciğer Yağlanması Belirtileri Nelerdir?

karaciğer yağlanması belirtileri arasında karnın sağ üst tarafından şiddetli ağrı veya kişinin aşırı yorgunluk hissetmesiyle gelişen vakalar da mevcuttur. 

Karaciğer yağlanmasına bağlı karaciğer hastalığı oluşan nadir vakalarda ciltte çeşitli belirtiler görülebilir

sirozun belirtileri arasında:

  • İştahsızlık,
  • Halsizlik,
  • Yorgunluk,
  • Burun kanaması,
  • Sarı cilt ve gözler,
  • Kafa karışıklığı bulunur.
  • cildin altında görünen ağ benzeri damar grupları(spider anjioma)
  • Karın ağrısı,
  • Karın şişmesi, (asit)
  • Erkeklerde meme büyümesi, 
  • Bacaklarda şişme (ödem)

Tanı Yöntemleri

Karaciğer Yağlanması Nasıl Teşhis Edilir?

   Sadece fiziki muayene ile karaciğer iltihaplanması teşhis edilemeyebilir. 

Doktor tarafından istenen alanin aminotransferaz testi (ALT) ve aspartat aminotransferaz testi (AST) testlerinde karaciğer enzimleri kontrol edilir ve buna göre doktorunuz bir tanı koyabilir.

Karaciğer enzimleri değerlerinin yüksek çıkması, karaciğer iltihabının sadece bir işaretidir. Karaciğer yağlanması hastalığı da karaciğer iltihabının potansiyel bir nedeni olsa da tek nedeni değildir. Bu sebeple enzim değerleri yüksek çıkarsa iltihabın nedeninin belirlenmesi için ek testler yapılması gerekecektir.

Bunun için Ultrason muayenesi, Bilgisayarlı Tomografi (BT) veya Manyetik Rezonans Taraması (MRI) testleri gerçekleştirilebilir. 

Tedavi Yöntemleri

Karaciğer Yağlanması Tedavisi

Günümüzde karaciğer yağlanması hastalığını tedavi etmek için herhangi bir kimyasal ilaç bulunmamaktadır. Ancak birçok vakada, yaşam tarzında yapılacak değişiklikler karaciğer yağlanmasını tersine çevirebilir. 

Karaciğer yağlanmasının türüne göre doktor tarafından alkol kullanımının sınırlanması, kilo vermek için adım atılması ve beslenme tarzında değişiklik yapılması önerilebilir. Aşırı kalori içermeyen, doymuş ve trans yağların düşük olduğu besin açısından zengin bir diyet ile beslenilmesi gereklidir. Haftanın en az dört günü, günde 30 dakika egzersiz yapılması tavsiye edilir.

Özellikle sistemik ve rektal ozon tedavisi ile son derece yüz güldürücü sonuçlar alınabilmektedir. Kimyasal ilaçların yokluğunda fitoterapi iyi bir alternatiftir.  İnsanlar üzerinde yapılan klinik çalışmalarda Meryem ana dikeni, enginar, zerdeçal ve şahdere bitkilerden elde edilen ekstrelerin bu hastalıklardaki yararları kanıtlanmıştır. 

Eğer birey karaciğer yağlanmasına bağlı olarak komplikasyon geliştirdiyse doktor tarafından ek tedaviler önerilebilir. Örneğin siroz tedavisi için yaşam tarzı değişiklikleri, fitoterapi, ozon terapi ilaç tedavisi ve cerrahi müdahale önerilebilir. Siroz hastalığı, karaciğer yetmezliğine yol açtıysa bir karaciğer nakli gerekli olabilir. 

Devamını Oku...

BROKOLİ (BRASSICA OLERACEAE)

BROKOLİ (BRASSICA OLERACEAE)


Brokoli,son yılların en popüler bitkilerinden biri olup,kansere karşı koruyuculuğu en yüksek bitkilerdendir.Tıbbi yönden asıl yararlı bileşik "SULFORAFAN"dır.

Brokoli,meme,prostat,akciğer,yumurtalık ,rahim kolon ve mide kanseri riskini azaltmaktadır.Haftada ortalama bir kg.brokolinin uygun pişirme koşullarına dikkatle hazırlanıp tüketilmesi yeterlidir.


Çalışmalar, pancarın birkaç saatlik bir süre zarfında kan basıncını 4-10 mmHg kadar düşürebileceğini göstermiştir. Bu etki çiğ pancarda pişmiş pancara göre daha güçlüdür.

Pancarın bu kan basıncını düşürme etkisi, kan damarlarının gevşemesini ve genişlemesini sağlayan bir molekül olan nitrik oksitin düzeylerini artırmasından kaynaklanmaktadır.
Pancardaki nitrat kan basıncının düşmesini sağlayan nitrik okside dönüştürülür.

Devamını Oku...

SARIMSAK

SARIMSAK


Bilimsel araştırmalarda sarımsağın KAN ŞEKERİNİ kısa sürede düşürücü özelliği birçok çalışmada kanıtlanmıştır.

Peki NASIL TÜKETMELİYİZ?
-Etkili olduğu bileşeni “allisin”
Sarımsakta doğrudan bulunmuyor sadece sarımsağı ezince ortaya çıkıyor. Bu yüzden yemeklerimizde, salatalarda veya yoğurtta ezilmiş şekilde kullanmak kan şekeri açısından daha faydalı. .
Ancak tabiki Tip 2 diyabet hastalarında kan şekeri kontrolünde tek başına yeterli değil!! Doktorunuzun önerdiği ilaçlar ile birlikte kullanılması ile daha belirgin sonuç alınabilir!!

Devamını Oku...

OMEGA – 3’ÜN FAYDALARI

OMEGA - 3'ÜN  FAYDALARI

* Kalp, beyin ve göz fonksiyonlarına katkıda bulunur.

* Omega-3 gıda takviyeleri kalp krizi riskini azaltır.

* Vücudun enerji üretimine katkıda bulunur.

* Omega-3 açısından zengin bir beslenme yorgunluğu giderir.

* Kavrama gücünü ve hareket kabiliyetini artırır.

* Konsantrasyon yeteneği üzerinde çok olumlu adımları vardır.

* Depresyon ve şizofreni belirtilerini hafifletir.

* Endişe, hüzün ve uyku problemlerini azaltır

Devamını Oku...